Hani bir deyim vardır: “Hanya’yı Konya’yı görmek” diye. Bu deyim Osmanlı İmparatorluğu zamanında Konya’da çıkan bir isyan sonucu, Sultan’ın Konya halkını Girit’in Hanya şehrine sürmesinden sonra ortaya çıkmıştır. Günümüzde ise; bir işin gerçek yönünü anlayarak aklı başına gelmek, akıllanmak anlamında kullanılır.
Ben
de yüksek lisans yapmak için Girit’e gittiğimde Hanya’yı Konya’yı
gördüm. Bunu yazmamın en önemli sebebi, zeytinyağı üreten bir dedenin
torunu olmama ve doğduğum andan itibaren zeytin ağacına, zeytine ve
zeytinyağına aşina olmama rağmen Giritliler kadar zeytin ağacına ve
ürünlerine, hayatımın her alanında, onlar kadar değer vermememdi.
Şimdilerde bizde sıkça kullanılan “zeytinyağı kültürü” sözünün
uygulamada nasıl bir şey olduğunu birtakım örneklerle size aktaracağım.
İlk
olarak söylemem gereken, Yunanlılar için çok önem arz eden mitolojide
de zeytin ağacına yer verilmiştir. Hatta başkentleri Atina’nın
yöneticisi olarak kimin seçileceğine karar verileceği zaman Poseidon
(deniz tanrısı) ve Athena (akıl ve erdem tanrıçası) yarışa girmiş. Halka
en güzel ve yararlı hediyeyi verecek olan şehri yönetmeye hak
kazanacakmış. Bu durumda Poseidon hemen üç çatallı mızrağını yere vurmuş
ve bir göl oluşturmuş. Ancak gölün suyu tuzluymuş ve içme suyu olarak
kullanılacak durumda değilmiş. Bunun üzerine Athena da zeytin ağacı
hediye etmiş ve insanlar bu ağacın hem meyvesinden, hem gövdesinden, hem
meyvesinin suyundan hem de gölgesinden faydalanabileceklerini
anlamışlar. Ve Athena’yı şehri yönetecek tanrıça olarak seçmişler. Bu
efsaneden de anlaşılacağı üzere, zeytin ağacı Yunan halkı için özel bir
önem taşıyor. Olimpiyatlarda da zeytin ağacının dallarından yapılan
taçlar, kazanan sporculara hediye edilmektedir. Hatta 2004
olimpiyatlarında da bu geleneği sürdürmüşlerdir.
Günlük
hayattaki örneklere gelecek olursak, öncelikle her tavernada masada ilk
dikkatinizi çeken unsur, tuz ve karabiber yerine zeytinyağı ve sirkenin
bulunmasıdır. Daha sonra bizdekiyle aynı adı taşıyan mezelerin de
zeytinyağıyla servis edilmesi ve salataya zeytinyağı konmaması. Bunun
sebebi müşterinin masadaki yağdanlıktan dilediğince zeytinyağı
kullanabilmesidir. Evlerde de mutfaklarda baş köşede zeytinyağı
mevcuttur. Her yemekte zeytinyağı ve özellikle yine salatalarda
zeytinyağı bolca kullanılmaktadır. Ayrıca Ortodoks inancına göre
Paskalya yortusundan önce 40 gün boyunca oruç tutmaları gerekmektedir ve
bu süreçte genelde et ve et ürünleri tüketilmemektedir. Bu süre
zarfında adeta bir vejetaryen gibi yaşadıkları için gerekli besin
açığını kapatabilmek için yine zeytinyağından faydalanmaktadırlar. Yine
Ortodoks inancında oruç tutmak istenirse çok sevdikleri bir yiyecekten
de bir süreliğine vazgeçebilmektedirler. Örneğin Giritli bir ahbabımın
annesi zeytinyağı orucu yapmıştı ve o ürüne olan bağlılığını bu şekilde
göstermişti. Bunların dışında bir örnek de Girit’te kız istemeye
gidildiği zaman, kızın babası damat adayına dikili zeytin ağacı olup
olmadığını sorarmış, eğer cevap olumsuz ise damat adayından önce bir
zeytin ağacı dikmesi ve ondan sonra kızı istemesi salık verilirmiş.
Ayrıca düğün esnasında da gelin ve damadın başına evlilikleri uzun
ömürlü ve bereketli olsun diye zeytin ağacından yapılma taçlar takarlar.
Bizzat şahit olduğum bir başka kullanım alanı ise mezarlık idi. Ölen
kişinin mermer kabrinin hemen üstünde ecza dolabını andıran cam kapaklı
bir yerde, ortada ölen kişinin fotoğrafı, hemen solunda bir kandil ve
sağ tarafta da plastik bir şişede zeytinyağı bulunduruluyordu. Yine
Ortodoks inancında tütsü veya kandille evler, yeni açılan iş yerleri,
okullar ve hatta mezarlıkların bile kutsanması için zeytinyağı
kullanılıyordu. Ben Giritli ahbabımla anneannesinin mezarını ziyaretine
gittiğimizde bu ayrıntı çok dikkatimi çekmişti. Giritli ahbabım duasını
ettikten sonra biraz zeytinyağını kandile koyup yaktıktan sonra tüm
mezarlığı kısaca bir turlayıp çıkan dumanla da tüm kabristanı
kutsamıştı. Burada da zeytinyağının ne kadar değişik şekillerde
kullanıldığına tanık olmuştum.
Burada
aklımda kalan örnekleri paylaşmaya çalıştım ama eminim biraz daha
araştırılsa daha fazla kullanım alanı bulunacaktır. Girit’te yıllık kişi
başı tüketimi, okuduğum enstitüde ekonomi bölümünde çalışan bir öğretim
görevlisine sorduğumda yaklaşık olarak 35-40 kg demişti ve o zaman
kulaklarıma inanamamıştım. Ancak iki yıl boyunca orada yaşayıp, yukarıda
bahsettiğim örneklere de birebir şahit olunca nedenini anladım. İşte o
zaman kültür kelimesinin anlamını yeniden araştırma gereği duydum. Ve
bunun için de Türk Dil Kurumu’nun sözlüğüne baktım. Orada bulduğum altı
adet tanımdan ilki, zeytinyağı kültürü sözüne daha yakın geldi:
“Tarihsel,
toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi
değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan,
insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren
araçların bütünü.”
Sonuçta
zeytin ağacı ve zeytinyağı, mitolojiden itibaren Yunanlıların hayatının
bir parçası ve değişik araçlarla bu kültürü canlı tutmaya çalışıyorlar.
Dolayısıyla kişi başı tüketimde de uzun ömürlü yaşama konusunda da
dünya çapında lider durumdalar. Bizim de onlarla benzer özelliklere
sahip olduğumuz göz önüne alınırsa, onlar gibi olmamız için hiçbir engel
yok. Tek yapmamız gereken biraz daha özenli davranarak zeytinyağımıza
sahip çıkmak ve onu hayatımızın bir parçası haline getirmek…
Dilşen OKTAY
Gıda Yüksek Mühendisi