5 Ekim 2010 Salı

Resmo'dan Cunda'ya kırık bir aşk öyküsü...



Resmo'dan Cunda'ya kırık bir aşk öyküsü...




Hüseyin Efendi ile Hamide Hanım'ın birbirlerine sevdalanması tam da mübadele günlerine denk düştü Hüseyin Efendi ile Hamide Hanım'ın birbirlerine sevdalanması tam da mübadele günlerine denk düştü. Ailesi Hamide Hanım'ı yoksul damada vermek istemedi. Onlar da Türkiye'ye dönen kalabalığa karıştılar.


Kimileri analarının kucağında, kimileri karnında geldiler. Kimilerinin baharı yaşayan sevdaları mübadeleye denk düştü; onlar da aşklarını taşıdılar Cunda'ya. Girit'in Resmolular'ı, Hanyalılar'ı, Kandiyalılar'ı aslında beraberlerinde Girit'i de getirdiler. Cunda Girit oldu sanki. Uzaklara bakılıp iç çekildi; en acıklı Türkçe ve Rumca şarkılar Ege'de birbiriyle kucaklaştı...
Ne zaman yolum Cunda'ya düşse içimi tuhaf bir hüzün sarar. Daracık sokaklarda gezinirken kapı önünde oturan yaşlı teyzeleri anneannem, amcaları da dedem yerine koyar, onlara dokunmadan sarılırım. Taşkahve'de çayımı yudumlarken dedem Hüseyin Efendi'nin o acıklı öyküsüne dalar, komşu tarafa sevgiyle bakarım... Sonbaharın sessiz serinliğinde Cunda bir başka güzel olur. Taşkahvenin önünde sandalyeler masalar kalkmasa da herkes içerilere taşınır. Yazlıkçılar döner, o güzelim taş evler, dar sokaklar gerçek sakinlerine kalır... 



Yaz başında Yunan adalarını birlikte gezdiğim arkadaşım Müfide Pekin, anne tarafından Girit'in Resmo'sundandı. Benim de "kirtikoz" ve anne tarafından Resmolu olduğumu öğrenince önüme birçok fotoğraf koydu. Resmo'da gezdiği Türk mahallelerini anlattı ve mutlaka dede diyarını görmemi önerdi. Gelecek yaz mutlaka gideceğimi ancak öncelikle dedemin sevdalısıyla birlikte Türkiye'de ilk ayak bastığı ve uzun yıllar yaşadığı Cunda'yı bu kez onun gözüyle gezeceğimi söyledim... İşte o güz öğleden sonrası Cunda'daydım ve dedemin öyküsünü de beraberimde getirmiştim. Dedemle, anneannemle, dayılarım ve teyzelerimle sanki bir buluşmaya, özlem gidermeye gelmiştim...
Ayvalık'ta Orfanoz'un kahvesinin önünde çayını yudumlayan mı yoksa Cunda'nın Taşkahve'sindeki mi dedemdi? Cunda'nın dar sokaklarında evlerinin önünde oturan yaşlı kadınların hangisi anneannem hangisi teyzemdi?
Aslında hiçbiri yoktular. Hepsinden geriye bir tek Hüseyin Efendi'nin en küçük kızı annem kalmıştı...Resmo'nun dar gelirli bir Türk ailesinin yakışıklı oğlu Hüseyin Efendi, yörenin zengin ailesinin kızı Hamide Hanım'a tutulduğunda çaresizdi. İki gencin sevdaları mübadele zamanının tam ortasına denk düştü. Belki de iyi oldu. Zengin aile, kızlarını Hüseyin Efendi'ye vermek istemiyordu. İki genç bir gece buluştular ve Türkiye'ye dönen kalabalığa karıştılar. Uzun ve çileli gemi yolculuğu Ayvalık'ta noktalandı. Sonra Cunda..Dedem o günleri "Sanki Resmo'nun bir mahallesinden başka bir mahallesine gelmiş gibi olduk. Sanki oraları Cunda'ya taşımışlardı" diye anlatırken beyaz buruşuk mendiliyle de sürekli gözyaşlarını silerdi. Ben de o küçücük yüreğimle dedemle birlikte ağlar ama neden ağladığımı bilmezdim... Hüseyin Efendi sevdalısıyla Cunda'da evlenir. Beş çocukları olur. Mutludurlar. Devlet göçmenlere zeytinlik, ev ve biraz da arazi verir. Ancak Cunda'nın ekonomisi onları uzun yıllar besleyecek durumda değildir. Hüseyin Efendi İzmir'e açılmaya başlar. İzmir'de kaldığı otelin kat görevlisi bir kadına aşık olur. Cunda'yı, sevdalısını terk edip İzmir'e yeni aşkına gider. Dört çocuğu da babalarıyla birlikte İzmir'e taşınırken büyük oğul annelerinin yanında kalır. Hamide hanım bu "vurgunu" kolay atlatamaz. Kısa bir evlilik denemesi de bir işe yaramaz; genç yaşında çeker gider dünyamızdan... Parke taş döşeli o dar sokaklar, Müfide'nin verdiği fotoğraflardaki Resmo sokaklarına ne kadar da benziyor. Kapı önlerinde yaşlı kadınlar. Biri bamya ayıklıyor. Diğeri yan komşusuyla sohbette. "İdekanis" diyorum yaşlı kadına. O da Rumca bir şeyler söylemeye başlıyor. Hiçbir şey anlamıyorum. Bildiğim çok az Rumca kelimeden biri "nasılsın"... Ayşe Teyze, gözlerimin rengime bakıp benim de "kirtikoz" olduğumu söylüyor. Hüseyin Efendi'yi, karısı Hamide'yi, Cunda'dan ayrılmayan oğlu Kokucu Mustafa'yı tanıyor. "Mustafa da yakında öldü" diyor. Bizim aileden bir tek annemin kaldığını söylüyorum.
Aslında ölenler yalnızca insanlar değil, tarih de ölüyor Cunda'da. Manastırlar yerle bir olmuş. Kiliselerin çoğu yok, biri enkaz halinde biri zorlukla ayakta duruyor. Ayşe Teyze Rumlardan kalan her şeyi korumak için ellerinden geleni yaptıklarını ancak bazı açıkgözlerin Cunda'yı mahvetmeye çalıştıklarını söylüyor. 1873'te yapılan Taksiyarhis kilisesinin durumu içler acısı; talan edilmiş, harabeye döndürülmüş. Oysa Taksiyarhis ve Aya Nikola kiliselerinin restore ve çevre düzenlemesi Kültür Bakanlığı'nın 1994 yılı programında var. Aradan beş yıl geçmiş, değişen bir şey olmamış. Kıyıdaki Taşkahve Rumlardan ayakta kalabilen neredeyse tek bina. Dışarıda balıkçılar ağlarını onarıyor. Bir ihtiyar tek başına oturuyor. Sanki Hüseyin Efendi. Bir tarafta yaşlılar diğer tarafta gençler kâğıt oynuyor. Renkli camların Taşkahve'nin içinde yarattığı ışık cümbüşü insanı büyülüyor... tepesinden Cunda'ya bakmak ne güzel. Hüseyin Efendi Hamide Hanım'la kimbilir kaç kez bu tepeye geldi. El ele tutuştuğu sevgilisine söylediği sevda sözleri karşıdaki köhne yapıların kimbilir nerelerinde gizli... Analarının kucağında ya da karnında gelenler şimdilerde torun sahibi. Girit'ten Cunda'ya taşınan yaşamlar hiç değişmemiş. Girit mutfağı tüm canlılığını koruyor. Kabak çiçeği dolması, deniz börülcesi, bol zeytinyağlı karışık salatalar Girit mutfağının en önemlileri. Cunda'ya gidilip papalina yenmeden olur mu? Papalina sardalyanın yavrusu, çilingir sofralarının baş konuğu.
Kıyıda günbatımı saatleri şölene dönüşüyor. Dedem Hüseyin Efendi'yle birlikte kıyıda yürüyorum. Bazen onun yerine geçiyorum. Aramızdaki tek fark onun el ele tutuştuğu sevdalısı var, benim yok. Sevdalısını düşünüyorum. Hamide Hanım'dan geriye kalan tek kare vesikalık fotoğraf. Ben anneannemi hiç görmedim. Dedemin ikinci karısını anneannem sandım. Dedem ikinci eşi öldükten sonra bizim evde yaşamaya başladı. O yıllarda iki komşu ülke arasında dirlik düzenlik yoktu. Sinirler hep gergindi. Dedemin söylediği Rumca şarkılara kimseler yüz vermiyor, akraba gibi olmuş iki toplumun eninde sonunda dostluğu bulacağı sözleri havada kalıyordu. Ben dedeme inanıyordum. Yıllar sonra biz haklı çıktık. İki ülkede yaşanan kötü günlerde birbirimize nasıl canla başla destek verdiğimizi dedem görmeliydi. Ege'de iki komşunun sırt sırta verme zamanı gelmişti... Cunda dönüşünde doğruca annemin yanına gittim. O güz öğleden sonrası yaşadıklarımı tüm ayrıntılarıyla anneme anlattım. Gözyaşlarına ortak oldum... Eğer bir gün yolunuz Cunda'ya düşerse ve Taşkahve'de şöyle bir çay molası verirseniz, aşkları mübadeleye denk düşenlerin kırık öykülerine de zamanınızın küçücük bir bölümünü ayırın.
ÜMİT OTAN 
http://www.lozanmubadilleri.org.tr/m...uler/cunda.htm




ALINTI: 

Hiç yorum yok: