7 Aralık 2011 Çarşamba

Hani bir deyim vardır: “Hanya’yı Konya’yı görmek” diye.



Hani bir deyim vardır: “Hanya’yı Konya’yı görmek” diye. Bu deyim Osmanlı İmparatorluğu zamanında Konya’da çıkan bir isyan sonucu, Sultan’ın Konya halkını Girit’in Hanya şehrine sürmesinden sonra ortaya çıkmıştır. Günümüzde ise; bir işin gerçek yönünü anlayarak aklı başına gelmek, akıllanmak anlamında kullanılır.
Ben de yüksek lisans yapmak için Girit’e gittiğimde Hanya’yı Konya’yı gördüm. Bunu yazmamın en önemli sebebi, zeytinyağı üreten bir dedenin torunu olmama ve doğduğum andan itibaren zeytin ağacına, zeytine ve zeytinyağına aşina olmama rağmen Giritliler kadar zeytin ağacına ve ürünlerine, hayatımın her alanında, onlar kadar değer vermememdi. Şimdilerde bizde sıkça kullanılan “zeytinyağı kültürü” sözünün uygulamada nasıl bir şey olduğunu birtakım örneklerle size aktaracağım.
İlk olarak söylemem gereken, Yunanlılar için çok önem arz eden mitolojide de zeytin ağacına yer verilmiştir. Hatta başkentleri Atina’nın yöneticisi olarak kimin seçileceğine karar verileceği zaman Poseidon (deniz tanrısı) ve Athena (akıl ve erdem tanrıçası) yarışa girmiş. Halka en güzel ve yararlı hediyeyi verecek olan şehri yönetmeye hak kazanacakmış. Bu durumda Poseidon hemen üç çatallı mızrağını yere vurmuş ve bir göl oluşturmuş. Ancak gölün suyu tuzluymuş ve içme suyu olarak kullanılacak durumda değilmiş. Bunun üzerine Athena da zeytin ağacı hediye etmiş ve insanlar bu ağacın hem meyvesinden, hem gövdesinden, hem meyvesinin suyundan hem de gölgesinden faydalanabileceklerini anlamışlar. Ve Athena’yı şehri yönetecek tanrıça olarak seçmişler. Bu efsaneden de anlaşılacağı üzere, zeytin ağacı Yunan halkı için özel bir önem taşıyor. Olimpiyatlarda da zeytin ağacının dallarından yapılan taçlar, kazanan sporculara hediye edilmektedir. Hatta 2004 olimpiyatlarında da bu geleneği sürdürmüşlerdir.
Günlük hayattaki örneklere gelecek olursak, öncelikle her tavernada masada ilk dikkatinizi çeken unsur, tuz ve karabiber yerine zeytinyağı ve sirkenin bulunmasıdır. Daha sonra bizdekiyle aynı adı taşıyan mezelerin de zeytinyağıyla servis edilmesi ve salataya zeytinyağı konmaması. Bunun sebebi müşterinin masadaki yağdanlıktan dilediğince zeytinyağı kullanabilmesidir. Evlerde de mutfaklarda baş köşede zeytinyağı mevcuttur. Her yemekte zeytinyağı ve özellikle yine salatalarda zeytinyağı bolca kullanılmaktadır. Ayrıca Ortodoks inancına göre Paskalya yortusundan önce 40 gün boyunca oruç tutmaları gerekmektedir ve bu süreçte genelde et ve et ürünleri tüketilmemektedir. Bu süre zarfında adeta bir vejetaryen gibi yaşadıkları için gerekli besin açığını kapatabilmek için yine zeytinyağından faydalanmaktadırlar. Yine Ortodoks inancında oruç tutmak istenirse çok sevdikleri bir yiyecekten de bir süreliğine vazgeçebilmektedirler. Örneğin Giritli bir ahbabımın annesi zeytinyağı orucu yapmıştı ve o ürüne olan bağlılığını bu şekilde göstermişti. Bunların dışında bir örnek de Girit’te kız istemeye gidildiği zaman, kızın babası damat adayına dikili zeytin ağacı olup olmadığını sorarmış, eğer cevap olumsuz ise damat adayından önce bir zeytin ağacı dikmesi ve ondan sonra kızı istemesi salık verilirmiş. Ayrıca düğün esnasında da gelin ve damadın başına evlilikleri uzun ömürlü ve bereketli olsun diye zeytin ağacından yapılma taçlar takarlar. Bizzat şahit olduğum bir başka kullanım alanı ise mezarlık idi. Ölen kişinin mermer kabrinin hemen üstünde ecza dolabını andıran cam kapaklı bir yerde, ortada ölen kişinin fotoğrafı, hemen solunda bir kandil ve sağ tarafta da plastik bir şişede zeytinyağı bulunduruluyordu. Yine Ortodoks inancında tütsü veya kandille evler, yeni açılan iş yerleri, okullar ve hatta mezarlıkların bile kutsanması için zeytinyağı kullanılıyordu. Ben Giritli ahbabımla anneannesinin mezarını ziyaretine gittiğimizde bu ayrıntı çok dikkatimi çekmişti. Giritli ahbabım duasını ettikten sonra biraz zeytinyağını kandile koyup yaktıktan sonra tüm mezarlığı kısaca bir turlayıp çıkan dumanla da tüm kabristanı kutsamıştı. Burada da zeytinyağının ne kadar değişik şekillerde kullanıldığına tanık olmuştum.
Burada aklımda kalan örnekleri paylaşmaya çalıştım ama eminim biraz daha araştırılsa daha fazla kullanım alanı bulunacaktır. Girit’te yıllık kişi başı tüketimi, okuduğum enstitüde ekonomi bölümünde çalışan bir öğretim görevlisine sorduğumda yaklaşık olarak 35-40 kg demişti ve o zaman kulaklarıma inanamamıştım. Ancak iki yıl boyunca orada yaşayıp, yukarıda bahsettiğim örneklere de birebir şahit olunca nedenini anladım. İşte o zaman kültür kelimesinin anlamını yeniden araştırma gereği duydum. Ve bunun için de Türk Dil Kurumu’nun sözlüğüne baktım. Orada bulduğum altı adet tanımdan ilki, zeytinyağı kültürü sözüne daha yakın geldi:
“Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü.”
Sonuçta zeytin ağacı ve zeytinyağı, mitolojiden itibaren Yunanlıların hayatının bir parçası ve değişik araçlarla bu kültürü canlı tutmaya çalışıyorlar. Dolayısıyla kişi başı tüketimde de uzun ömürlü yaşama konusunda da dünya çapında lider durumdalar. Bizim de onlarla benzer özelliklere sahip olduğumuz göz önüne alınırsa, onlar gibi olmamız için hiçbir engel yok. Tek yapmamız gereken biraz daha özenli davranarak zeytinyağımıza sahip çıkmak ve onu hayatımızın bir parçası haline getirmek…

Dilşen OKTAY
Gıda Yüksek Mühendisi