Denizci oğlum ile çok sevdiği Salih
amcasına...
Giritli Ana dedemin ilk karısıydı. İnce uzun bir
kadındı. Her zaman siyah elbise giyerdi. Siyah olan başörtüsü de hep başındaydı.
Saçları kınalıydı. Pek marifetliydi. Her bir türlü otu tanır ve yemeğini
yapardı. Kuzu etli şevketi bostan, arapsaçı ve acı ot kavurmasını O’ndan
yiyecektiniz.
Salih amcam da Giritli Ana’nın tek
çocuğuydu. Ama ne amca! Bitmez tükenmez anılarıyla, maceralarıyla yaşamımı
süslerdi.
Kekeme olmasına karşın gürül gürül şarkı söylerdi. Güzelden
anlardı. İlk karısı ölünce, “acele etmemiş, kırkının çıkmasını beklemiş”; sonra
sarı saçlı, yeşil gözlü, Yalıkavaklı Ayşe yengemle evlenmişti. Giritli Ana
herşeyi yedeklerdi. Salih amcam da sevgililerini yedekliyordu galiba. “Yok be,
sen öyle dediklerine bakma. Ben korkarım karanlıktan, yalnız yatamam da ondan.”
derdi. Eh öyledir...
Ama ben biliyordum, esas sevgilisi denizdi Salih
amcamın. Yelkenlisi ve deniz ile bir bütündüler. Beraberce açılırdık denize.
İstanköy’e doğru içli içli ve bağıra bağıra aşk şarkıları söylerdi. Sevgilileri
olduğu söylenirdi her bir adada. Ekmeğini denizden çıkarırdı. “Alaman Harbi” nde
adalardan kahve ve şeker de getirmiş. “Maksat, halk kahvesini içsin, ağzı
tatlansın. Eh ucundan da ekmek parası Salih’e...” Giritli Ana, Rumca ve
İtalyanca öğretmiş oğulcuğuna. O da iki diliyle bu “ticaret” işine bulaşmış
yoksulluktan. Adalar İtalyanlar’ın elinde. Her bir şey var adalarda. Bodrum’da
yer demir gök bakır o zamanlar. Hiçbir şey yok ki kahve, şeker olsun. Ama Salih
amcam imdada yetişmiş hemen. Adalardaki tanışlarla görüşmüş ve “halkın
ihtiyacını ikmâle başlamış.” Yelkenlisiyle adalardan “hizmet getirmiş Bodrum
halkına. Kahvesiz
şekersiz komamış halkı.”
En çok Karaada’nın
arkasındaki Kaçakçı Koyu’nu severdi. Az hayrını görmemiş o koyun. Ama işlerin
aksi gittiği de olmuş tabii. “Kazancını çekemeyen kahpenin çocukları ihbar
etmişler. Sen onca mili yelkenle aş gel, kolcular çıksın karşına!” Çaresiz
batırmış mallarla birlikte teknesini. Ama anasının yaptığı yün yatağını
teknesinin başaltında bırakmamış. “Anasını kurtarır gibi kurtarmış valla...”
Kolcuların da Salih amcamı kurtarmaktan başka çareleri kalmamış tabii.
“Deniz ticaretini” böylece sonlayan Salih amcam, Giritliler’in yoğun
olduğu İzmir Eşrefpaşa’da almış soluğu. Birikimiyle bahçeli küçük bir ev
edinmiş. Deniz yollarına da atmış kapağı. Güzelim koca Akdeniz’den, adalardan
sonra sıkışmıştır Körfez’e. Canı sıkkın, lâkin çaresi yoktur; katlanacaktır. Hem
sonunda emeklilik var. Öyle de olmuş.
Oğlumla ziyaretine giderdik ara
sıra. Eski günleri yâd ederdik. Aklı Bodrum’da, Gökova’ydı hâlâ. “Ah, bir de
adalar, adalar!” Şimdikiler denizci miydi? “Düz denizde herkes kaptan. Patlasın
hava da görelim bakalım kimmiş kaptan?” der ve devam ederdi: “Ne o öyle, kıçına
motoru takan kaptan. Pırpır gidiyorlar. Kaptan bizdik; yelkenle, rüzgârla, volta
atarak... Tekneyle denizin öpüştüğünü, yelkenin onları alkışladığını duyacaksın.
Tabiatla iç içe olacaksın. Motor gürültüsünden denizin sesini duydukları yok.
Tekne naylon, kaptanı naylon. Denizi de berbat ediyorlar. Hah, denizcilermiş!”
Oysa benim de kıçtan takma motorlu teknem vardı. “ Yahu, sen Barka’sın.
Denizcinin hasısın. Alınma.” Hatta benim teknemin burnuna halattan usturmaça
örecekmiş; ama eski kuvveti kudreti yokmuş. Yaş ta olmuş doksan küsur. Eskiden
Eşrefpaşa’dan çıkınca, İkiçeşmelik, Basmane, Kordon, Konak, Varyant’tan evine
dimdik gelirmiş. Yorgunluk nedir bilmezmiş. Şimdi öyle mi ya? Artık aynı yolu
yürüdüğünde yoruluyor, yanında baston olsun istiyormuş.
Birgün Salih
amcamın öldüğü haberi geldi. Çocukları, amcam rahat etsin diye, evini satmışlar;
Yeşilyurt tarafında bir apartman dairesi almışlar. “Hiç birşeyi yoktu.
Taşındıktan sonra evden çıkmaz, konuşmaz oldu...” diyorlardı.
Girit’in
çapkın denizcisi, Eşrefpaşa’daki Giritli dostlarıyla akşamüstleri kapı önlerinde
yaptığı muhabbetlerinden koparılınca, yeri değiştirildiğinde küsüp solan
çiçekler gibi, yaşamdan vazgeçmişti demek...
Ertuğrul
Barka
18.07.2010
ALINTI:
http://www.izmirizmir.net/bilesenler/koseyazilari/yazi.php?yazi_no=1508